Kayıtlar

Lisede Okuyup Anlamadığımız Kitaplar Aslında Ne Anlatıyordu?

Resim
Hepimizin lise yıllarında zorla kitap okuduğu zamanlar olmuştur. Belki sadece öğretmenimiz ödev verdiği için. Belki sınavda çıkacağı söylendiği için. "Bunu neden okuyorum?" diye sormuşuzdur sık sık kendimize. Hele bazı kitaplar, o kadar uzundu ki hiç bitmeyecekmiş gibi gelirdi. Bazılarında eski kelimeler geçerdi, anlamazdık. O zamanlar kitaplar bizim için not demekti, sınav demekti. Kitabın içindeki dünyaya girmekten çok, öğretmenin soracağı soruları tahmin etmeye çalışırdık. Oysa aradan yıllar geçtikten sonra, aynı kitaplara dönüp baktığımızda fark ediyoruz ki o kitaplar, aslında çok şey anlatıyormuş. Fakat o zamanlar, biz hazır değilmişiz. Mesela  "Tutunamayanlar".  Lise yıllarında çoğumuz anlamamışızdır, hatta bazılarımız okumayı yarıda bırakmıştır. Ama şimdi düşününce; hayata tutunamayanları, toplumun kalıplarına uymayanları, kendi dünyasına yabancılaşan insanları çok daha iyi anlıyoruz. Belki o kitapta kendimizden parçalar bulabilirdik ama yaşımız b...

Bazı Buluşmalar Mahşere mi Kaldı?

Resim
Zeki Müren'in "Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak..." plağı dönüp duruyor zihnimde. Gerçekten de bir gün, hiçbir şey yarım kalmadan buluşabilecek miyiz? Yoksa bazı buluşmalar, mahşere mi kaldı? Çok sevdiğim bir insanı kaybetmenin acısı var üstümde. Sevdiklerimizin bir gün bu dünyadan gideceklerini, bizden ayrılacaklarını düşünmenin ağırlığı ne kadar da ezici. Düşüncesine bile tahammül edemediğimiz bu acıyı yaşamak, bu acıyla yüzleşmek, insanın kalbinde derin bir boşluk bırakıyor. Bazı vedaların dilsiz olduğu geliyor aklıma. Hayatın telaşı içinde ertelenen buluşmalar , söylenemeyen cümleler , atılamayan adımlar olduğunu görüyorum. Hani o her defasında "nasıl olsa bir gün" diyerek ertelediğimiz... Belki de o bir gün, "şu an" dan ibaret. Ya da hiç gelmeyecek kadar uzakta... Yarın sevdiklerimizin hayatta olmayacağını bilsek, onları nasıl da sarıp sarmalardık. Belki de hayatımızda söylemeye hiç cesaret edemeyeceğimiz sözler s...

Hepimiz Bir "Tutunamayan" Değil Miyiz?

Resim
Bazen kalabalıkların ortasında yalnız hissederiz ya… İşte o anlarda herkesin gerçekten bir tutunamayan olup olmadığı  sorusu gelir aklıma. Ardından, hepimizin adını duyduğu o kitap: "Tutunamayanlar." Oğuz Atay’ın kelimelerle ördüğü o ince ince acı, hani insanın boğazına oturur ya… Öyle bir his. Olric’i hatırlıyor musunuz? Selim’in iç sesi. Ama sadece onun değil; belki Turgut'un, hatta hepimizin iç sesi. Birine anlatamadıklarımızı, sessizce bastırdıklarımızı, “boşver” deyip geçiştirdiklerimizi fısıldayan o tarafımız. Dışarıdan bakanlar belki hayatımızda her şeyin yolunda olduğunu sanıyor ama içimizde kaç parçaya bölündüğümüzü kim bilebilir? Bir kafede otururken etrafı izliyorum bazen. Gülüşen insanlar, kahve kokusu, fonda çalan yumuşak bir müzik. Her şey “normal” ama içimde bir boşluk var . “Ben buraya ait miyim?” diye soruyorum kendime. Cevap yok. Belki de hepimiz, ait hissedemediğimiz dünyalarda tutunmaya çalışan Selim’iz. Ya da en azından bir yanımız öyle...

Şiir "Anlatır" mı "Sezdirir" mi?

Resim
Çoğumuz, bir şiir okuduğunda yıllarca "Şair burada ne anlatmış?"  ya da "Bu şiir ne anlatıyor?" tarzında sorularla karşı karşıya kaldık. Peki şiir, gerçekten bir şey anlatma aracı mıdır? Biz anlatmaya bağlı türleri ayrı bir başlık altında inceliyoruz aslında. Şiiri, "Duygu ve Heyecanı Dile Getiren Metinler" çerçevesinde değerlendiriyoruz. Dolayısıyla şiir, edebî bir tür olsa da doğrudan "anlatma" amacına hizmet etmez. Şiirin doğasına aykırıdır bu. Şiir;  hissettirmek , sezdirmek için vardır. Anlatma işini roman, hikâye, deneme gibi anlatı türleri üstlenir. Her ne kadar bazı şiirler, mensur tarzda yazılsa da bu onların bir anlatma amacı güttüğü anlamına gelmez. Mensur şiirlerde bile temel amaç, bir düşünceyi ya da duyguyu imgeler ve çağrışımlar aracılığıyla hissettirmektir. Şair kelimeleri birer araç olarak değil, adeta bir duygu taşıyıcısı olarak kullanır. Şiirin anlattığını iddia ettiğimiz şeyler, aslında bizim zihnimizde...

Albert Camus ve Absürdizm

Resim
" Hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız. " der Camus. Bu söz, onun absürdizm felsefesinin en derin yansımasıdır. Camus'ya göre hayat, özünde anlamsızdır. İnsan, bu anlamsızlığı kabullenip yaşamaya devam ederek özgürlüğünü ve gücünü ortaya koyar. Camus, 20. yüzyılın en önemli varoluşçu düşünürlerinden biri olarak tanınsa da onun bakış açısı felsefî bir görüşten daha fazlasıdır aslında. Camus’nün dünyasında, hayatın anlamı yoktur. İnsanı hayatta tutan, " anlam arayışı " dır. Anlam arayışı, sadece bir çaba değil, varoluşun ta kendisidir. Camus'ye göre bu arayış; insanı hayatta tutan, ona güç veren tek şeydir. Ve belki de hayatın anlamını keşfetmek, itina ve çaba içinde, her gün yeniden doğmaktır. Camus’nün " absürdizm " dediği anlayışa göre, insan her zaman anlam arayışı içindedir. Fakat evren, hayatın bir anlamı olup olmadığından tamamen kayıtsızdır. Yani, anlam arayan insan ve anlamsız bir evren arasında büyük bir uçurum vardır...

NEDEN KİTAP OKUMALISINIZ?

Resim
NEDEN KİTAP OKUMALISINIZ? HAYATINIZI DEĞİŞTİRECEK 10 GÜÇLÜ NEDEN Orhan Pamuk'un Yeni Hayat romanındaki o meşhur cümleyi bilmeyen yoktur:  " Bir gün b ir kitap okudum ve bütün hayatım değişti ." Kitaplarla ilgisi olmayanlara bu söz çok abartılı gelir. Fakat kitaplarla azıcık hemhâl olanlar ve kitapların gücüne inananlar bilirler ki, bazen bir cümle bile hayatımızı değiştirebilir. Çünkü biz yaşadıklarımızın, okuduklarımızın, gördüklerimizin, işittiklerimizin birer toplamıyız aslında.  Her ne kadar kendimizi bağımsız bireyler olarak görsek de her gün maruz kaldığımız fikirler, anlatılar ve kelimeler bizi etkiler. Kitaplarla bu süreci, daha bilinçli hâle getiririz. Fakat " kitap okumak " üzerine konuşulduğunda hep aynı cümlelerle karşılaşırız. " Kitaplar dünyanızı genişletir, empati yeteneğinizi artırır, hafızanızı güçlendirir ..."  Bu tür cümleleri defalarca duydunuz, değil mi? Hatta muhtemelen artık okumaktan sıkıldınız. Evet, kitap okumanın ...

DİJİTAL EDEBİYAT

Resim
DİJİTAL EDEBİYAT Gözlerini kapat ve kocaman, eski bir kütüphanede olduğunu hayal et. Raflardaki kitapların kokusu, sayfaların hışırtısı... Yüzyıllardır edebiyat dediğimizde aklımıza gelen sahne tam da buydu. Fakat bugün, " edebiyat " dediğimizde zihnimizde sadece kütüphaneler değil, ekranlar da canlanıyor. Artık parmaklarımızı bir kitabın sayfaları arasında değil, telefon ekranlarında gezdiriyoruz. Bu durum, edebiyatın geleneksel formunun dışına çıkmamıza neden oluyor. Dijitalleşen dünyada edebiyat da dönüşüyor. Kitaplar hâlâ yazılıyor, ama sadece kâğıt üzerinde değil; e kitaplar, bloglar, podcastler, sosyal medya gönderileri hatta yapay zekâ tarafından üretilen metinler de edebiyatın bir parçası hâline geldi. Peki bu dönüşüm, edebiyatı nasıl etkiliyor? Dijital Dünyanın Edebiyata Etkisi Teknolojinin sunduğu sınırsız erişim, edebiyatı daha ulaşılabilir hâle getirdi. Artık sadece kitapçılara gitmek yerine, birkaç tıkla dünyanın öbür ucundaki bir yazarın eserini okuyabiliyoruz. ...